top of page

Yeni Nesil Taleplerine Karşı “Silver Economy”: Statükonun Sopası mı, Yoksa Yeni Bir Paradigma mı?


ree

Genç kuşaklar iş hayatında köklü değişimler talep ederken, emeklilik çağındaki tecrübeli profesyonellerin “silver economy” (gümüş ekonomi) adı altında yeniden sahneye çıkması dikkat çekiyor. Financial Times’ın haberine göre, yaşlanan iş gücünün esnek sözleşmelerle sisteme dönmesi basit bir “geri çağırma” hamlesinden öte, iş kültüründe paradigma kayması olarak nitelendiriliyor. Peki bu trend, yeni kuşakların yerleşik kurumsal düzeni sorgulayan taleplerine karşı eski sistemin elindeki bir koz mu? Yoksa deneyimli çalışanlarla gençleri buluşturarak herkesin kazanacağı iyi niyetli bir yaklaşım mı? Bu soruya yanıt ararken dünyanın farklı köşelerinden örneklerle konuyu çok boyutlu inceleyelim.


“Silver Economy” Nedir ve Neden Yükseliyor?

Kısaca silver economy, emeklilik çağını geçmiş veya emekliliğe yakın deneyimli işgücünün yeniden ekonomiye kazandırılmasını ifade ediyor. Son yıllarda gelişmiş ülkelerde emeklilik yaşı fiilen yükseliyor ve daha fazla insan emeklilik sonrasında çalışmaya devam ediyor. Örneğin Birleşik Krallık’ta 50 yaş üzeri çalışanlar son yıllarda yaratılan istihdam artışının büyük kısmını oluşturdu. Pandemi döneminde ortaya çıkan erken emeklilik dalgası (ABD’de beklenenden 3,3 milyon fazla emekli oldu) şimdi “Great Unretirement” (Büyük Geri Dönüş) adıyla tersine dönüyor; pek çok emekli yüksek enflasyon ve yaşam pahalılığı nedeniyle işbaşı yapmaya sıcak bakıyor. OECD verileri, 55-64 yaş grubunun işgücüne katılım oranının 2000’de %50’den 2019’da %64,4’e yükseldiğini, pandemi nedeniyle 2020’de hafif düşse de ardından toparlandığını gösteriyorweforum.orgweforum.org. Uzayan insan ömrü, yetersiz emeklilik birikimleri ve bazı ülkelerde emeklilik yaşının yükseltilmesi, daha fazla yaşlı çalışanı iş hayatında tutacak demografik bir dönüşüm yaratıyor.

Bu geri dönüşün dikkat çeken bir yönü, eski tarz tam zamanlı mesailerden ziyade esnek ve kısmi çalışma modelleriyle gerçekleşmesi. Örneğin “Morning Economy” denilen yeni bir eğilim, özellikle Avustralya’da emeklilerin ve erken kalkan profesyonellerin sabahın erken saatlerini verimli değerlendirmesine dayanıyor. Sydney’de artık kafeler sabah 6:30’da dolmaya başlıyor; insanlar akşamları sosyalleşmek yerine sabah sporu ve kahve eşliğinde buluşuyor. Yatırımcı Ivan Power, sabahları erkenden yapılan bu faaliyetlerin hem büyük bir iş fırsatı hem de toplum sağlığı açısından olumlu bir trend olduğunu vurgulayarak “Morning Economy muazzam bir iş fırsatı – daha iyi sağlık, zindelik, topluluk ve güvenlik için bir güç” diyor. Bu sabah ekonomisi yaklaşımı, geleneksel 9-5 mesaisinin dışında, özellikle deneyimli profesyonellerin sabah birkaç saatlik danışmanlık, yarı zamanlı katkı veya mentorluk rolü üstlenip günün geri kalanında kendi yaşamlarına zaman ayırdığı yeni bir çalışma modeline işaret ediyor.

Benzer şekilde, bazı büyük şirketler de emeklilik ile tam zamanlı çalışma arasında hibrit modeller deniyor. Örneğin Unilever’in U-Work adını verdiği model, çalışanlarına tam zamanlı bir kadro güvencesi ve temel haklar sağlarken belirli dönemlerde proje bazlı çalışmalarına imkân tanıyor. Bu model özellikle 50 yaş üstü “perennial” denilen deneyimli çalışanların esnek şekilde katkı yapabilmesini hedefliyor.

Dünya Ekonomik Forumu da işverenlerin geleneksel “bir günde emeklilik” yaklaşımını bırakıp kademeli ve esnek geçişlere odaklanmasını öneriyor. Böylece insanlar emekli olurken bir anda köşeye çekilmek yerine, istedikleri süre ve yoğunlukta çalışmaya devam edebiliyor. Kısacası “silver economy”, dünün tam zamanlı emeklilerinin bugünün yarı-zamanlı danışmanlarına, mentorlarına ve proje uzmanlarına dönüşmesini içeriyor.


Genç Kuşakların Talepleri: Eski Düzeni Zorluyorlar

Öte yandan iş gücüne yeni katılan Y ve Z kuşağı, iş dünyasına dair beklentileriyle geleneksel kurumsal kültürü zorluyor. Bu kuşaklar için iş-yaşam dengesi, esneklik ve anlam arayışı vazgeçilmez değerler haline gelmiş durumda. Yapılan araştırmalar, Gen Z çalışanlarının kariyerleri boyunca en başından beri daha iyi bir hayat dengesi talep ettiğini ve terfi alıp yönetici pozisyonlara gelseler bile bu değerden ödün vermek istemediklerini ortaya koyuyor. Pandemiyle birlikte popülerleşen uzaktan veya hibrit çalışma, esnek saatler, hatta “sessiz istifa” (quiet quitting) gibi kavramlar gençlerin işten beklentilerinin eski nesillere göre farklılaştığını gösteriyor.

Genç çalışanlar, ebeveynlerinin emekliliği bekleyerek ertelediği pek çok şeyi şimdi yapmak istiyor. Son dönemde adı sıkça duyulan “mikro emeklilik” trendi tam da bunu yansıtıyor: 20’li veya 30’lu yaşlarda birkaç ay işi bırakıp dünyayı gezmek, kişisel projelere zaman ayırmak veya sadece soluklanmak… Bu kavram aslında Tim Ferriss’in 2007’de ortaya attığı bir fikir olsa da, özellikle Gen Z tarafından bugün benimsendi. The Guardian’ın belirttiği gibi, mikro emeklilik birkaç haftadan bir yıla kadar işi tamamen bırakıp hobilere ve seyahate vakit ayırmak demek. Amaç, “60-70’ine kadar bekleyip emeklilikte yapmak yerine, gençken enerjin varken dünyayı gez, hobilerini yaşa” felsefesini hayata geçirmek. Gençler, nasıl olsa daha uzun yıllar çalışacaklarını düşünüp, ilerideki emeklilik hayallerini bugüne küçük dilimler halinde çekiyor. Nitekim Forbes’daki bir analiz, Z kuşağının çalışma hayatı anlayışının önceki nesillerden farklılaştığını; pandeminin, enflasyonun ve kuşak farklılıklarının “mükemmel bir fırtına” etkisi yaratarak bu eğilimleri tetiklediğini vurguluyor. Genç profesyoneller, emeklilerin geri dönüşünü izlerken “madem biz de 70’imize kadar çalışacağız, o halde keyfimizi süreceğimiz zamanı ertelemeyelim” diyerek şimdi mikro emeklilikler planlıyorlar.

Tabii gençlerin bu tavrı, klasik iş yerlerinde bazı yöneticiler tarafından şaşkınlık ve tepkiyle karşılanıyor. Pek çok yöneticiye göre yeni mezun gençler “eski usul” çalışma disiplininden yoksun. Hatta 2024’te ABD’de yapılan bir ankette işe alım müdürlerinin %38’i tercihen genç (Gen Z) eleman yerine daha yaşlı çalışanları işe almayı tercih ettiğini söylemiş. Nedeni sorulduğunda ise katılımcıların neredeyse %60’ı gençlerin iş hayatına “hazır olmadığını” düşünüyor. Bu görüşe göre, Zoom nesli olarak da anılan yeni kuşak iletişim ve takım çalışması becerileri zayıf, kurumsal ortama uyum sağlamakta zorlanıyor; toplantılara geç kalmak veya kamera açmamak gibi davranışlar sergiliyorlar. Dahası, yarıya yakını “Bir Gen Z’yi ofise almaktansa, gereğinden fazla nitelikli bir yaşlı çalışanı işe almayı tercih ederim” diyerek adeta gençlerden kaçınma eğilimini ortaya koymuş durumda. Gençlerin yüksek maaş beklentileri de yöneticilere “gerçekdışı” geliyor; ancak gençlerin cephesinden bakıldığında da artan konut fiyatları, yaşam maliyetleri karşısında bu beklentiler pek de haksız sayılmaz.

Özetle, bir tarafta “daha anlamlı, esnek ve dengeli bir çalışma hayatı istiyoruz” diyen bir genç nesil, diğer tarafta ise “iş ahlakı zayıf, sabırsızlar” diyerek onları eleştiren ve eski yöntemlere bağlı kalan bir yönetim kültürü var. İşte silver economy tam bu gerilimin ortasında, hem bir çözüm hem de bir risk unsuru olarak ortaya çıkıyor.


Silver Economy: Statükonun “Sopa” Hamlesi mi?

Kimi yorumculara göre şirketler, genç kuşağın meydan okuyan tutumuna karşı deneyimli emeklileri koz olarak öne sürüyor. Yıllarca kurumsal hayatı şekillendiren Baby Boomer ve X kuşağı yöneticiler, Z kuşağının “sessiz istifa” veya sık iş değiştirme eğilimlerinden rahatsız. Bu nedenle emeklilikten dönen tecrübeli çalışanları bir “ayar verme” hamlesi olarak kullanma ihtimali var: Yani gençlere, “İşinize gelmezse bakın, kapıda çalışmaya hazır emekliler var” mesajı verilmesi. Nitekim yukarıda bahsettiğimiz işe alım anketi sonuçları, bazı yöneticilerin gençlerden ümidi kesip daha olgun çalışanlara yöneldiğini gösteriyor. Bu bakış açısında, silver economy bir iyi niyet politikası değil, bir sopa – gençleri hizaya sokma aracı – olarak algılanabiliyor.

Gerçekten de, yaşlı çalışanların daha uzun süre işte kalmasının gençlerin önünü tıkayabileceğine dair örnekler mevcut. Northwestern Üniversitesi Kellogg School’un İtalya’da yaptığı kapsamlı bir araştırma, emeklilik yaşını geciktiren bir reformun şirketlerdeki terfi dinamiklerini inceledi. Buna göre emeklilikleri ertelenen yaşlı çalışanların olduğu işyerlerinde genç çalışanların maaş artış hızı yavaşlıyor ve terfi alma olasılıkları düşüyor. Yani aynı pozisyonda yaşça büyük biri kalmaya devam ettikçe, alt kademelerdeki daha genç personelin yükselme sırası uzuyor. Bir yıl daha geç emekli olan beyaz yakalıların bulunduğu şirketlerde, gençlerin bir üst göreve terfi oranı %20 azalmış; yönetici pozisyonlarına terfi oranı ise %50 gibi dramatik bir oranda düşmüş. Bu bulgular, “koltuk blokajı” dediğimiz olgunun gerçek olabileceğini kanıtlıyor. Elbette hızlı büyüyen, yeni pozisyonlar açabilen şirketlerde bu etki daha az – çünkü gençlere ilerleyecek yeni basamaklar yaratılıyor. Ancak büyümenin sınırlı olduğu geleneksel kurumsal yapılarda, yaşlı yöneticilerin “koltuğu bırakmaması” gençlerde memnuniyetsizlik ve motivasyon kaybı yaratabilir.

 Şirket merdiveninde tıkanıklık: Emekliliği geciken kıdemli çalışanlar, gençlerin yükselme basamaklarını bazen istemeden de olsa tıkayabiliyor. Örneğin İtalya’daki bir araştırma, emeklilik yaşı artınca genç çalışanların terfi olasılığının belirgin şekilde azaldığını ortaya koydu. Bu durumda, özellikle büyümesi sınırlı kurumlarda, hırslı genç yeteneklerin kariyer yolu daralarak kuşaklar arası gerginliği artırabilir.

Ayrıca, gençlerin üst pozisyonlara gelmekte isteksiz olduğu bazı alanlarda şirketler “boşluğu doldurmak” adına da emeklileri kullanıyor olabilir. Korn Ferry’nin 2024 tarihli bir raporu, esnek çalışma trendi ve gençlerin yoğun stresli yöneticilik rollerine mesafeli durması nedeniyle, deneyimli emeklilerin tekrar işe alınmasının kalıcı bir olgu haline geldiğini belirtiyor.. Özellikle yönetim kadrolarında gençlerin pek talip olmadığı görevlere emekliler talip olup, işverenlerin elini rahatlatabiliyor. Finansal baskılar yüzünden emekliliğe ayrılamayan veya emekli maaşı yetmediğinden geri dönen binlerce kişi, şirketlerin kronik işgücü açığını kapatmasına yardım ediyor. Bu durum, işveren açısından kısa vadede rahatlama sağlasa da uzun vadede gençlerin liderlik fırsatlarını ellerinden alarak kurumsal kültürde bir durağanlığa yol açabilir. Genç çalışanlar, önlerinde kariyer basamaklarının tıkandığını düşünürse kuruma bağlılıkları ve motivasyonları zayıflayacaktır.

Öte yandan, yaşlı çalışanların geri dönüşü yeni neslin taleplerini bastırmak için de kullanılabilir. Örneğin bazı şirketler hibrit çalışma isteyen gençlere inat, ofise dönmeye hazır emeklileri işe alarak “bakın onlar itiraz etmiyor” diyebilir. Veya yüksek maaş pazarlığı yapan gençlere karşı, emeklilerin bir kısmı daha düşük beklentilerle sadece sağlık sigortası ya da sosyal motivasyon için çalışmaya razı olabilir. Bu senaryolarda silver economy, esnekliğe vurgu yapan bir trend olmaktan çıkıp statükonun devamı için bir manivela haline gelir. Gençlerin yenilikçi iş yapış biçimleri geri plana itilirken, şirket kültürü yeniden “eski normal”e döndürülmüş olur.

Ancak burada ciddi bir risk var: Gençleri dışlayarak yalnızca yaşlı tecrübeye bel bağlamak, uzun vadede sürdürülebilir değil. Teknolojik değişime uyum, dijital yetkinlikler ve yeni tüketici trendlerini anlama konusunda gençlerin katkısı yadsınamaz. Sadece deneyime güvenip taze bakış açısını kaçıran kurumlar, inovasyon yarışında geri kalabilir. Ayrıca baby boomer kuşağı eninde sonunda işgücünden çekilecek; onların yerine hazırlanmış motive gençler olmazsa, şirketler bir nesil boşluğuyla karşılaşabilir. Bu yüzden silver economy eğer bir “sopa” olarak kullanılırsa, bu sopanın iki ucu da keskin olabilir: Kısa vadede gençleri hizaya soksa da, uzun vadede şirketi dinamizm ve yenilikçilikten mahrum bırakabilir.


Tecrübenin Gücü: Kuşaklara Köprü Olabilir mi?

Diğer bakış açısına göre ise silver economy, doğru yönetildiğinde kuşaklar arası bir köprü işlevi görebilir. Emeklilerle gençleri aynı ekipte buluşturmak, her iki tarafın güçlü yanlarını harmanlama fırsatı sunar. Savunucularına göre bu trend, yeni neslin eksik hissettiği deneyim ve kurumsal hafızayı onlara aktarırken, yaşlı nesle de gençlerden öğrenme ve güncel kalma imkânı tanıyor. Bu senaryoda silver economy bir “iyi niyetli yaklaşım” hatta bir kazan-kazan modeli olarak ortaya çıkıyor.

Deneyimli çalışanların kurumlara sağlayabileceği katma değeri küçümsememek gerek. Yapılan araştırmalar, yaşlı çalışanların bazı açılardan daha güvenilir ve verimli olabildiğini gösteriyor. Örneğin Milken Institute ve Stanford Center on Longevity’nin bulgularına göre yaşlı çalışanlar daha az hastalık izni kullanıyor, çatışmaları çözmede daha usta, güçlü bir iş etiğine ve sadakate sahipler. Onlarca yılın bilgi birikimini taşıyan bu kişiler, sadece işin teknik yönünde değil, insan yönetimi ve kriz çözme konularında da şirketin “bilge” figürleri olabilir. Genç ekiplerde sıklıkla görülen tecrübesizlik kaynaklı hatalar, mentor konumundaki emeklilerin rehberliğiyle azalabilir. Nitekim bazı şirketler, emekli yöneticileri “koç” olarak geri getirip genç yeteneklere eşlemeye başladılar. Korn Ferry’nin aktardığı bir örnekte, firmalar emekli yöneticileri yüksek potansiyele sahip gençlerle ikili olarak eşleştiriyor; tecrübeli isim yılların birikimini ve özellikle ekonomik dalgalanma, maliyet kontrolü gibi konulardaki bilgisini aktarırken, genç yönetici de yeni nesil trendler ve teknolojiler konusunda taze bir perspektif sunuyor. “Biri orada bulunup yapmış, diğeri henüz yapmamış – ikisini bir araya getirmek harika sonuçlar verebilir” şeklinde özetleniyorkornferry.com. Bu tür mentor-mentee (akıl hocası-öğrenci) ilişkileri, kuşak çatışmasını azaltıp yerine işbirliği kültürü koyabilir.

Silver economy savunucularının öne çıkardığı olumlu katkılardan bazıları şöyle:

  • Kurumsal hafıza: Emeklilikten dönen uzmanlar, yıllar içinde oluşan bilgi birikimini ve şirket kültürünü genç nesle aktararak kurumsal hafızayı canlı tutuyor. Şirketler, bu sayede geçmiş hatalardan ders alıp tekrarlamaktan kaçınabiliyor; deneyimli çalışanların “ancak tecrübe ile öğrenilecek” içgörüleri kurum için hazinedir.

  • Mentorluk ve eğitim: Kıdemli profesyoneller, genç çalışanlara mentorluk yaparak onların gelişimini hızlandırıyor. Özellikle daha önce ekonomik kriz, sektör dönüşümü gibi zorlu dönemleri yaşamış emekliler, bu deneyimleri genç kuşağa aktarıp onları geleceğe hazırlıyor. Örneğin, emekli bir yönetici genç bir müdüre “2008 finans krizinde bunu yaşamıştık, şöyle baş etmiştik” diyerek kılavuzluk edebiliyor.

  • Sadakat ve istikrar: Yaşı ilerlemiş çalışanlar genellikle şirkete daha güçlü bir sadakat duygusuyla bağlı oluyor. Sık iş değiştirme eğilimleri düşük olduğundan, özellikle kritik projelerde kuruma istikrar sağlama avantajı getiriyorlar. Ayrıca işe devamsızlık oranları da gençlere kıyasla daha düşük olabiliyor. Bu da ekip sürekliliğine katkı demek.

  • İş-yaşam dengesi modeli: Deneyimli çalışanlar çoğunlukla kariyer basamaklarını tırmanma hırsında olmadıklarından, yarı-zamanlı veya esnek rollerde kurum için değer yaratabiliyorlar. Örneğin John Lewis perakende zinciri, yarı-zamanlı çalışmak isteyen 56 yaş üstü çalışanları özel uygulamalarla çekiyor; bakım sorumlulukları olanlara saat esnekliği tanıyor. Sonuç olarak şirketin işgücünün dörtte biri 56 yaş üzeri kişilerden oluşuyor. Bu kişiler gençlere hem iş öğretiyor hem de kendi hayat dengelerini koruyarak verimli oluyorlar.

Bunun yanında, çok kuşaklı bir işgücünün şirket performansına makro düzeyde de olumlu yansıyabileceği öngörülüyor. OECD’nin tahminlerine göre, yaşlıların daha uzun ve istekli çalıştığı, gençlerle birlikte çok-kuşaklı ekiplerin yaygınlaştığı bir senaryo önümüzdeki 30 yılda kişi başı GSYİH’yı %19’a kadar artırabilir. Zira bu sayede ekonomik olarak atıl kalan bir potansiyel değerlendirilmiş ve toplam faktör verimliliği yükselmiş olacak.

Elbette bu parlak tablo kendiliğinden gerçekleşmiyor; şirketlerin çaba göstermesi gerekiyor. Öncelikle, yaşlı çalışanlar için halen yaygın olan ayrımcı bakış açılarını değiştirmek şart. Bir yandan da yaşlıların teknolojiye uyum sağlaması için eğitim, gençlerin de kurumsal ortama uyumlanması için mentorluk programları önemli. Dünya Ekonomik Forumu hem kamu hem özel sektörün yaşlı çalışanlara yeniden beceri kazandırma (reskilling) ve esnek çalışma imkânı sağlama konusunda iş birliği yapmasını öneriyor. Örneğin ABD’de emeklilere uygun işler bulmaya yardımcı platformlar, Avrupa’da 50+ yaş istihdam ajansları ortaya çıkıyor. Yani silver economy’nin başarılı olması, genç ve yaşlı tüm çalışanların kapsayıcı bir iş kültüründe buluşmasına bağlı.


Kuşak Çatışması mı, Yeni Bir Uyum mu?

Peki, emeklilerin iş hayatına dönüşü kurum içindeki kuşaklar arası dinamiği nasıl etkileyebilir? Bu konuda iki farklı senaryo öne çıkıyor:

1. Çatışma ve sürtüşme senaryosu: Eğer yaşlı çalışanların dönüşü gençleri yerinden etme veya onların taleplerini bastırma aracı olarak görülürse, kuşak çatışması derinleşebilir. Gençler, “biz esneklik istedik, onlar eski kuralcı anlayışı geri getirdi” hissine kapılırlarsa motivasyonları düşer. Özellikle terfi konusunda yukarıda değindiğimiz tıkanma durumu, gençlerin şirkete küsmelerine yol açabilir. Y kuşağı ve Z kuşağı, kariyerlerinde anlam arıyor ve gelişim bekliyor; önlerinde 70’lerine kadar çalışmaya devam eden bir baby boomer duvarı görmek onları başka arayışlara itecektir. Bu durumda gençlerin firmadan ayrılması (“turnover”) hızlanabilir, bu da şirkete deneyimli insan kazandırayım derken genç yetenek kaybetmek anlamına gelir. Ayrıca iş yapış şekilleri konusunda da anlaşmazlıklar çıkabilir: Örneğin deneyimli bir yönetici gençlerin home-ofis talebine direnip her gün ofiste mesaide olmasını beklerse, her iki taraf da birbirini “anlayışsız” bulabilir. Sonuçta şirket içinde kamplaşma ve verimsiz çatışmalar artar.

2. Uyum ve sinerji senaryosu: Diğer yandan, eğer şirket kültürü hem genç hem yaşlı çalışanların ihtiyaçlarına denge gözeten bir yaklaşımla şekillendirilirse, kuşak çatışması yerine kuşak dayanışması görülebilir. Bunun için yöneticilerin bilinçli adımlar atması gerekiyor. Örneğin, bazı firmalar yaşlı çalışanları “danışman” unvanıyla proje bazlı istihdam edip, onları hiyerarşik yönetici pozisyonuna değil destekleyici rollere koyuyor. Bu sayede genç bir yönetici, tecrübeli danışmandan öğrenirken, aynı zamanda liderlik becerilerini de icra ediyor. İki taraf birbirinin rakibi değil, tamamlayıcısı oluyor. Microsoft, IBM gibi şirketler uzun süredir tersine mentorluk (reverse mentoring) programları uygulayarak gençlerin de yaşlılara yeni teknolojileri öğrettiği ortamlar yaratıyor – böylece herkes birbirinden öğreniyor. Eğer böyle bir kültür inşa edilirse, yaş farkından kaynaklanan önyargılar kırılabilir.

Kuşaklar arası uyumun yolu, üst yönetimin her iki grubun motivasyonlarını anlamasından geçiyor. Korn Ferry uzmanları, liderlerin kısa vadeli işe alım çözümlerinin ötesinde uzun vadeli bir terfi ve kariyer planlaması stratejisi kurmaları gerektiğini vurguluyor. Genç nesil, yaşlılar “misafir sanatçı” olarak geri gelirken kendi geleceğinin güvende olduğunu bilmek ister. Aksi takdirde yaşlı çalışanların “fazla kaldığını” düşünüp hoşnutsuzluk duyacaklardır. İyi bir yönetim, tecrübeli isimleri ekipte tutarken gençlere de belirli bir zaman ufkunda sorumluluk devredeceğini açıkça planlamalı. Örneğin, emeklilikten dönen bir müdüre “şu projeyi iki yıl boyunca genç x ile birlikte yürüt, sonra bayrağı ona devredeceksin” gibi bir rol tanımı yapılabilir. Böylece genç çalışan, mentorluk alırken önünün kapalı olmadığını bilir; kıdemli çalışan da değer verildiğini ancak koltuğu vaktinde bırakmasının beklendiğini anlar.

Son olarak, her iki tarafın da birbirine yaklaşması önemli. Gençlerin, yaşlı meslektaşlarının değerini takdir etmesi ve onlardan öğrenecek şeyler olduğunu kabul etmesi gerekiyor. Keza yaşlıların da gençlerin dünyasının dünün koşullarından farklı olduğunu, yeni neslin motivasyonlarının geçersiz veya yanlış değil sadece farklı olduğunu anlaması şart. İşte bu karşılıklı saygı ortamını yaratabilen şirketler, silver economy’yi bir çatışma unsuru değil inovasyon ve bilgi birikimi motoru haline getirebilir.


Sonuç: Dengeyi Bulmak

Silver economy olgusunu tek boyutlu görmemek gerekiyor. Bu trend, kötü yönetildiğinde veya art niyetle kullanıldığında yeni kuşaklara karşı bir “sopa” gibi görünebilir: Eski kuşak, yılların gücüyle “yerinizi biliyor musunuz?” mesajı verebilir. Ancak doğru yaklaşımla ele alındığında silver economy, çalışma hayatında kuşaklar arası uçurumu kapatan, herkesin yararına bir modele dönüşebilir.

Aslında çözüm, ne gençten vazgeçmek ne yaşlıyı dışlamak şeklinde olmalı. İş dünyasının geleceği çok-kuşaklı işgücünde yatıyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun da altını çizdiği gibi, 50’li yaşların üzerindeki çalışanlar önümüzdeki yıllarda işgücünün giderek artan bir kısmını oluşturacak ve onları dışlamak yerine sürece dahil etmek gerekiyor. Bunu yaparken de gençlerin değerlerini yadsımamak, aksine şirketi gençler için de cazip kılmak kritik. Yani işverenler, hem emeklilerin dönüşünü kolaylaştıracak yaş dostu politikalar geliştirmeli hem de gençlerin sesine kulak verip onların beklentilerine yanıt verecek yeniliklere açık olmalı. Örneğin, yaşlı çalışanlar için teknoloji eğitimleri ve esnek çalışma saatleri sağlanırken, gençlere de ara kariyer molaları (mikro emeklilik), uzaktan çalışma imkânı, mentorluk alma fırsatları sunulabilir.

Kısacası, silver economy bir tehdit değil, doğru kullanılırsa bir fırsat. Bu fırsatı heba etmemek için şirketlerin yapması gereken, kuşakları yarıştırmak yerine buluşturmak. 70’lerinde bir emekli ile 25 yaşındaki bir yeni mezun aynı proje üzerinde işbirliği yapabildiğinde, birbirine zıt görünen dünyalar arasında aslında ne kadar büyük bir potansiyel sinerji olduğu anlaşılacak. Deneyim ile yeniliğin buluşması, şirketlere hem dünün derslerini hem yarının fikirlerini aynı anda sunabilir.

Sonuçta bir kurum için en tehlikelisi, tek bir kuşağın gözlüğüyle dünyaya bakmaktır. Silver economy trendi, bu açıdan bakıldığında, şirketlere ikinci bir pencere açma şansı veriyor. Bu pencereyi duvara çevrilmiş bir “sopa” mı yapacağız, yoksa ufka açılan bir köprü mü? Cevap, bugünün yöneticilerinin ve politika yapıcılarının elinde. İyi niyet, kapsayıcılık ve stratejik denge ile hareket edilirse, tecrübe ile gençliğin el ele verdiği yeni bir çalışma düzeni mümkün. Aksi halde, kuşaklar arası fay kırıkları derinleşebilir.


Kaynaklar

  • Financial Times – “Companies cannot afford to ignore older workers” (2019)

  • WEF – Dünya Ekonomik Forumu, “Great Unretirement: How to plan for people working longer” (2022)

  • Korn Ferry – “‘Unretiring’ to Work” (2024)

  • Northwestern University Kellogg Insight – “Younger Workers Lose Out When Their Coworkers Delay Retirement” (2020)

  • WCC Watch – “Hiring managers prefer older workers over Generation Z” (2024)

  • Gpac Blog – “What’s Trending: Micro-retirement” (2025)

  • LinkedIn News Australia – “Morning Economy” (2025)

  • Financial Times – “Why the ‘silver economy’ is the future of work

Yeni yazılarımızdan haberdar olmak isterseniz, lütfen abone olunuz.

 
 
 

Yorumlar


bottom of page