top of page

Adam Üstte mi Duruyor, Altta mı?Dünyayı Anlamanın ve Değiştirmenin Anahtarı: Algıdan Perspektife Yolculuk



Başka Gözlerden Görmenin Sanatı: Algıdan Perspektife Yolculuk


İnsan, kendi zihninin penceresinden bakar dünyaya; bu pencere, algılarla örülü bir camdır. Her birimiz, yaşadığımız anları, geçmişin tortularıyla, inançlarımızın gölgeleriyle ve duygularımızın renkleriyle boyarız. Algılarımız, yalnızca bize özgü birer harita gibidir; ancak bu haritalar, ne kadar detaylı olursa olsun, evrensel bir gerçeği değil, sadece bizim gerçeğimizi yansıtır. Bu yüzden, bir tartışmanın hararetinde, bir dostluğun kırılgan anlarında ya da bir iş görüşmesinin kritik dakikalarında, kendi haritamızı mutlak doğru sanır, karşımızdakini anlamak yerine ikna etmeye çalışırız. Halbuki, harita asla arazinin kendisi değildir. Gerçek dönüşüm, bu pencereden dışarı adım atmakla, yani algıdan perspektife geçmekle başlar. Perspektif, bir başkasının penceresinden bakma cesaretidir; onun gözleriyle görme, onun yüreğiyle hissetme sanatıdır. Bu deneme, algılarımızın bizi nasıl sınırlandırdığını ve perspektifin bizi nasıl özgürleştirdiğini, edebi bir yolculukla ve derinlemesine örneklerle ele alacak.

Algılarımız, bir nehir gibi akar; hızlı, otomatik ve çoğu zaman farkında olmadığımız bir akıntıyla. Nobel ödüllü psikolog Daniel Kahneman, Thinking, Fast and Slow adlı eserinde, bu akıntının “Sistem 1” dediği bir düşünce biçimine dayandığını anlatır. Bu sistem, beynimizin karmaşık dünyayı sadeleştirmek için kullandığı bir mekanizmadır; ancak bu sadeleştirme, önyargılarla ve genellemelerle doludur. Örneğin, bir konser salonunda, bir piyanistin performansını dinlerken, eğer geçmişte klasik müziğe dair olumsuz bir anınız varsa, o notalar size kasvetli gelebilir. Ama aynı notalar, bir başkasının ruhunda bir bahar meltemi gibi esebilir. Algılarımız, bizi kendi hikayelerimizin mahkûmu yapar; bu yüzden, bir ressamın tablosuna bakarken, her birimiz farklı bir hikâye görürüz. Ancak bu hikayeler, tablonun kendisini değil, bizim iç dünyamızı yansıtır.

Bu bireysel hikayeler, sosyal bağlarımızda bizi sıkça bir labirentin içine hapseder. Sosyal psikolog Jonathan Haidt, The Righteous Mind adlı kitabında, insanların kendi ahlaki değerlerini ve algılarını bir kale gibi savunduğunu ifade eder. Haidt’e göre, bu savunma, kendi doğrumuzu yüceltirken, karşımızdakinin doğrusunu anlamayı reddetmekten kaynaklanır. Düşünün ki, bir edebiyat kulübündesiniz ve bir romanın ana karakterinin ahlaki bir ikilemle karşılaştığı bir sahneyi tartışıyorsunuz. Siz, karakterin kararını bencillik olarak yorumlarken, bir başkası aynı kararı fedakârlık olarak görüyor. Her biriniz, kendi algılarınızın filtresinden bakıyorsunuz; bu yüzden, tartışma bir uzlaşmadan çok, bir inatlaşmaya dönüşüyor. Algılarımız, bizi kendi kalelerimize hapsederken, karşımızdakinin kalesine köprüler kurmayı unutuyoruz.

Peki, bu kalelerden nasıl çıkarız? Cevap, perspektifin dönüştürücü gücünde saklı. Perspektif, bir nevi ruhsal bir yolculuktur; kendi benliğimizden sıyrılıp bir başkasının benliğine adım atmaktır. Psikolog Carol Dweck, Mindset adlı eserinde, sabit bir zihniyetten (fixed mindset) öğrenen bir zihniyete (growth mindset) geçişin, bu yolculuğun temel taşlarından biri olduğunu vurgular. Dweck’e göre, öğrenen bir zihniyet, başkalarının gözünden bakmayı ve onlardan öğrenmeyi içerir. Örneğin, bir tiyatro sahnesinde, yönetmen olarak bir oyuncunun performansından memnun değilsiniz. İlk tepkiniz, onun yeterince çaba göstermediğini düşünmek olabilir; bu, sizin algınızdır. Ancak bir an durup, onun perspektifinden bakmayı denerseniz, bambaşka bir manzara ortaya çıkabilir: Belki de oyuncu, sahne korkusuyla mücadele ediyor ya da rolün duygusal derinliği onu kişisel bir anıyla yüzleştiriyor. Bu anlayış, sadece oyuncuya karşı daha şefkatli bir yaklaşım geliştirmenizi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda onun performansını nasıl yönlendireceğiniz konusunda daha yaratıcı bir yol bulmanıza olanak tanır.

Perspektifin bu dönüştürücü etkisi, nörobilimsel bir temele de dayanır. 2018 yılında Nature Communications dergisinde yayımlanan bir çalışma, empati ve perspektif almanın, beyindeki ayna nöronlarla bağlantılı olduğunu ortaya koymuştur. Ayna nöronlar, bir başkasının duygularını ve deneyimlerini adeta bir ayna gibi yansıtmamızı sağlar. Örneğin, bir müzisyen dostunuzun, bir beste üzerinde haftalarca çalıştıktan sonra sahnede ilk kez çaldığını hayal edin. Onun gözlerinden bakmayı denediğinizde, sadece müziği değil, onun sahne ışıklarının altında hissettiği heyecanı, ellerindeki titremeyi ve kalbinin atışını da hissedersiniz. Bu, ayna nöronların bir mucizesidir; bizi bir başkasının ruhuna bağlayan görünmez ipler gibidir. Perspektif, bu ipleri fark etmek ve onları bilinçli bir şekilde kullanmaktır.

Perspektifin gücü, sadece sanatsal ya da kişisel bağlamlarda değil, profesyonel dünyada da kendini gösterir. Pazarlama düşünürü Seth Godin, This Is Marketing adlı kitabında, bir ürün satmanın sırrının, müşterinin ihtiyaçlarını ve duygularını anlamakta yattığını belirtir. Örneğin, bir antika dükkanında, eski bir gramofon satıyorsunuz. Algınız, bu gramofonu yalnızca nostaljik bir obje olarak görmenize neden olabilir. Ancak müşterinizin perspektifinden bakarsanız, onun için bu gramofonun, çocukluğunda dedesinin evinde geçirdiği pazar sabahlarını, kahve kokusunu ve eski plakların cızırtısını temsil ettiğini fark edebilirsiniz. Bu içgörü, gramofonu sadece bir eşya olarak değil, bir anı hazinesi olarak sunmanızı sağlar; böylece satış, bir ticaretten çok, bir duygusal bağ kurma anına dönüşür.

Perspektif, aynı zamanda çatışmaların çözülmesinde de bir köprü görevi görür. 2016 yılında Journal of Conflict Resolution dergisinde yayımlanan bir araştırma, perspektif almanın, taraflar arasındaki gerilimi azalttığını ve iş birliğini artırdığını göstermiştir. Örneğin, bir aile mirası üzerine çıkan bir tartışmada, iki kardeş, bir çiftliğin kime kalacağı konusunda anlaşamıyor. Her biri, kendi algısına sıkı sıkıya bağlı: Biri, çiftlikte büyüdüğü için hak iddia ederken, diğeri, yıllarca çiftliğin bakımına destek olduğu için haklı olduğunu düşünüyor. Ancak her biri, bir an için diğerinin yerine geçse, biri çocukluk anılarının değerini, diğeri ise yılların emeğini anlayabilir. Bu anlayış, tartışmayı bir kazanan-kaybeden savaşından çıkarıp, ortak bir çözüm arayışına dönüştürebilir.

Perspektifi geliştirmek, bir bahçıvanın sabrını gerektirir. İlk adım, kendi algılarımızın sınırlarını fark etmektir. Bir an durup, “Bu durumu neden böyle yorumluyorum? Başka bir yol mümkün mü?” diye sormak, bu yolculuğun başlangıcıdır. Ardından, karşımızdakinin dünyasına adım atmayı deneyin. Onun hayatındaki fırtınaları, umutları ve yaralarını hayal edin. Bu, bir roman karakterinin ruhuna girmek gibidir; onun hikayesini yazarken, kendi hikayenizi bir kenara bırakırsınız. Mindfulness ve meditasyon, bu süreçte güçlü birer rehber olabilir. 2019 yılında Mindfulness dergisinde yayımlanan bir çalışma, mindfulness pratiğinin, bireylerin başkalarının perspektiflerini daha kolay benimsemesine olanak tanıdığını göstermiştir. Zihnimizi bir göl gibi sakinleştirdiğimizde, yansımalar daha net hale gelir; böylece, kendi algılarımızın bulanık sularından sıyrılıp, bir başkasının berrak gökyüzünü görebiliriz.

Sonuç olarak, algıdan perspektife geçiş, bir kelebeğin kozasından çıkışı gibidir; kendi sınırlarımızdan sıyrılıp, daha geniş bir dünyaya kanat açmaktır. Algılarımız, bizi kendi hikayelerimize hapsederken, perspektif, bizi başkalarının hikayelerine davet eder. Bu davet, sadece empatiyi değil, aynı zamanda yaratıcılığı, çözümü ve bağlantıyı getirir. Jonathan Haidt’in dediği gibi, “Kendi doğrumuzu savunmak kolaydır; asıl zor olan, başkalarının doğrusunu anlamaya çalışmaktır.” Başka gözlerden bakmayı öğrendiğimizde, dünya, sadece bizim gördüğümüz bir tablo olmaktan çıkar; her birimizin renkleriyle dokunmuş, sonsuz bir mozaik haline gelir.


Fuente - Tayfun KANDIRALI

Yeni yazılarımızdan haberdar olmak isterseniz, lütfen abone olunuz.

 
 
 

Comments


bottom of page